Sosyolojik Açıdan İslam Medeniyeti

İslam medeniyeti Peygamber Efendimiz (sav) rehberliğinde, Kur’an-ı Kerim ölçülerinde kök salıp gelişen, daha sonra İslam’ı benimseyen insanların, milletlerin meydana getirdikleri bir teşekkül ve takiptir. İlimde, şiirde, mimarlıkta, edebiyatta sanatta durum böyledir. Siyaset ve yönetim düzeyinde ise Selçuklu, Osmanlı gibi Türk devletlerinin etkisi çok büyük olmuştur.
İnsanlık için İslam medeniyeti son derece naif bir armağan idi. Rahmetli Cemil Meriç’in perspektifinde ise bizim medeniyetimiz bu medeniyetler içinde en parıltılı, en uzun ömürlü, en zinde medeniyetlerden biridir.
Medeniyetin dikkat çekici bir ölçüsü vardır: İnsana verdiği değer. Ortaçağ’da akıl hastaları engizisyon tarafından diri diri yakılırken; aynı dönemde Doğu toplumlarında su sesi ve musiki ile tedavi gelişmişti.
Dolayısıyla Batı maddi bir temele dayanırken, Doğu’da maneviyat daha önemli olmuştur. Bizim medeniyetimizin hikmet boyutu bir manada Peygamberimizin sünnet-i seniyyesinde şifrelenmiştir. Gün geçtikçe toplumumuzda sekülerleşme (dünyevileşme ve batılılaşma) arttıkça da yönümüzde bir sapma ile medeniyet dairemizden bir uzaklaşma söz konusu olmuştur. Bugün maalesef toplum yapımızdaki bir değişim ve çözülme bizde bir eksen kaymasına da sebebiyet vermektedir.
İslam medeniyetinin en önemli özelliklerinden biri de farklı inançları benimseyen topluluklara hiçbir şekilde baskı ve zulüm yapılmamış olmasıdır. Bu yüzden kozmopolit özelliklerdeki birçok farklı toplum bir araya gelebilmiştir. Halktan ekonomik ve dini yapıya göre olabildiğince adilane vergiler toplanmaya çalışılmıştır. Batı, uygarlığını tam aksine sömürü ve gözyaşı üzerine inşa ederken, bizde müreffeh yaşamanın önü her zaman açıktır.
İslam Toplumunun Bazı Özellikleri
İslam toplumu en kısa manada Nebevi şuur ile yorulmuş bir insan topluluğunu ifade etmektedir. Bu topluluk bireysellikten çok bir ümmet olma bilinci ile donatılmıştır. Bu toplumun merkezinde Allah’a iman, peygambere itaat vardır. Sosyal hayat bilgi, ibadet ve ahlak üzerine yaslanmıştır. Bu toplum için en az dünya hayatı kadar ebedi hayat ve ahiret hayatı da önemlidir.
Barış ve huzur gibi anlamlardan türemiş olan İslam dini kendi toplumsal yapısını da Kur’an ve Sünnet bilgisine mündemiç olarak açıklamıştır. Kur’an-ı Kerim’e göre iki çift toplumun varlığından söz edilebilir, bunlardan biri İslam toplumu diğeri de cahiliye toplumudur. Müslüman topluluklar hukuki ve sosyolojik manada hayat nizamların Kur’an-ı Kerim ve Efendimizin sünnetine uyacak şekilde kurmaya ve buna göre yaşamaya gayret eder.
Sosyal ve siyasal nizam açısından yine Müslümanların ilk kıstasları Kur’an-ı Kerim ve sünnettir. Dolayısıyla İslam toplumunda her fert, ahlak ve yaşama biçimi olarak İslami kural ve nizamlar ölçüsü ile yaşamaya mükelleftir.
Cahiliye toplumu modeli ise, İslam inanç sisteminin, düşünce yapısının ve değerlerinin, sosyal ve siyasal sisteminin, kültürünün, ahlak ve yaşama şeklinin öncelikte olmadığı toplumdur. Cahiliye devrinde yani insanların Müslümanlıkla şereflenmeden önce yaptıkları çirkinlikler bilinmektedir. Bu toplum modelinden uzak kalmamız için de Peygamber Efendimiz (sav) Veda Hutbesi’nde birtakım yol gösterici işaretler vermiştir.